Sonucu Daralt
Kategori
Yayıncı Kategori
Etiketler
Yayıncı
(x)Şule Yayınları
Fiyat Aralığı
Eser Sahibi
Sıralama : Göster :
Toplam 550 kayıt bulunmuştur Gösterilen 40-60 / Aktif Sayfa : 3
“Bu bir efsane değil,” diye devam etti kadın beton sesiyle. “İtbaraklar, civarda yaşayan bir kavimdi eskiden. Vikinglerden bile daha zalim bir topluluk.” Mümin, ürkek bir sesle araya girme cüretinde bulundu. “Şu efsanelerde adı geçen köpek başlı insanlar mı?” “Efsane olmadığını söylemiştim,” dedi kadın. “Bunlar gerçeğin ta kendisi.” Çocuk çekiçle çakılan bir çivi gibi koltuğa yapıştı. Başını hızla evet anlamında sallayınca hâlâ hareket edebildiğine şükretti. Erlik, İtbaraklar, Şubat Karısı, Congolos, Ü
120 TL.
İlim insanlarını ve insanı, sırf hayattayken sevmek ve sevdiğini sürdürmek ülküsüyle görgülenmeye ve nihayet kültürlenmeye küçük bir hizmette bulunabilmeyi gaye edinen Çay Saati Sohbeti’ni büyük bir vazife ve hizmet olarak görmelidir. Çünkü yegâne maksadı, öğrencilerimizin ilim insanı hocalarını hayattayken sevdiğini göstermeleri, sohbet eden hocamızın da başta öğrencilerini hayattayken bilfiil sevmekte olduğunu açığa vurmasıdır. Onları iştiharla tanıtmak veya izhar edilmeyen bir amaç yoktur. Hoca sadece
150 TL.
Ah o çiçeklerin başını döndüren nefes Sızılarıyla köklerin gökleştiği dirilik Suya uzanmış dudaklar gibi dip ve eski Aynalardır benim o şimdi yabancı gelen yapraklarım Aynalardı fakat siz ne yaptınız bana, yapmayacaktınız Ey çarşılar aldınız beni Ben yalnız bir ağaçtım çıkmazdı sesim Şimdi sesimin çıkmadığını da duymayacaksınız
80 TL.
“Nihayet buldun beni! Hadi yap yapacağını,” dedim, biraz da sesimi yükselterek. “Ama şimdi yaz değil ki!” Bu söz ağzımdan öylesine çıkmıştı. Şaşırdı. Ben de şaşırdım. Sesimi duyan birileri var mıdır acaba, diye de yan gözle etrafı kesiyordum. “Bu senin işin değil. Biliyorsun ki… Bilmen gerekir, Komanyurt’da bir babayı ancak kendi oğlu vurabilir, töreler böyle,” dedim. Bir baba cinayeti ve bir yörenin masal/töresi. Evlatlarına iyi davranmayan babalara karşı bir töre. Evini terk eden bir babaya karşı örülen d
90 TL.
Ben ülkesi hoş geldiniz buyurun hangi suretimden girersiniz pasaportlar geçersiz bir tebessümünüz yeter siz güldükçe açılır bütün kapılarım işte savunmasızım geri çevirmem oklarınızı
80 TL.
Bir tek safiri gördüm, kıyıda yalnız yatan. Suya en yakın yerde, benim gibi yorgun. Renginin parlaklığı gitmiş. Sırtı bana dönük, denizi seyrediyor. Belki o çevirdi onları. Geride başka iz yok. Safiri alıyorum elime. Biliyorum ne istediğini. Gidenlerin peşinden fırlatıyorum onu da. Denize kavuşmaktan mutlu, sekerek kayboluyor gözden. Suya dalmadan önce son bir defa bana bakıyor. Hiç kimseye anlatma diyor bunları. Ben de batan bir taş gibi içimde tutuyorum. Taşları nasıl da basite alıyoruz. Bazen neşeyle yür
110 TL.
Belli ki taşlarında sonsuz merhametin ve adaletin Devletli sesi var Belli ki boşluğunu dolduran ışıktan sözcüklerin bir mucizesi Belli ki müminlerin Rahmânî nefesi derinden hissettiği Ve insanlığın yüreğini test ettiği yer… Gülümseyin ey müminler! Ey kalbinde umuttan Ve mutluluktan iz taşıyanlar! Ayasofya kalbini açıyor size, sonuna kadar
110 TL.
kedilerin ağzı açık fakat dilinden anlamıyor kimse kelimeleri günlere yedirip duruyor insan kelimeleri toplayıp duruyor gökten bir kere canlıya dönüşüyor bir kere de ölüme çizip duruyor aklını yere hem de kalbinin sesini uçurup uçurup gövdesine
80 TL.
Yaza doğru nasıl olduysa annem ikna olmuştu. İnanmak istemediği gelip dayanmıştı kapısına. İnşaat hemen başladı. Toza toprağa karıştı koca bahçe. Makinelerin homurtusu bir canavar gibi esir aldı sokağı. Doğramalar sökülüyor, çatı kiremitleri toplanıyor, bahçedeki ağaçlar ve asmalar kesiliyor, her yandan toz dumanı kalkıyordu. Kepçeler koca evi darbeleriyle birkaç gün içinde hallaç pamuğu gibi atıp dümdüz etti. Annem kireçlenen belini zorla büküp kaldırarak çiçeklerini korumaya çalışıyordu çıkan toz afetinde
100 TL.
Ali, doğruca Abdullah’ın yanına gitti. Abdullah, kitap okumak için gelenlere kitapları vermek, sonra tekrar teslim almak gibi hizmetleri yürüten; ayrıca odalarda kitap çoğaltan ve tercüme edenlere kitapları bulup çıkarma konusunda yardım eden görevlilerden biriydi. Abdullah onu görünce her zaman aldığı kuşlarla ve astronomiyle ilgili kitabı getirmek için raflara yönelmişti ki Ali onu durdurdu. “Bu defa ölümsüzlük iksiri ve simyayla ilgili kitap istiyorum.” Ölümsüzlüğü kim istemez! Ancak buna ulaşmak mümk
90 TL.
Gücünü, kasırgaya boyun eğmeyen bir ağaçtan alıyordu kulübe. Kökleri yerin derinliğindeki kayalara uzanıyordu. Bir yuva arayan herkesi göğsüne çağıran ulu ağaç ona da ikramda bulunmuştu. Kovuğu bir annenin göğsü gibi geniş ve merhametli, gövdesi bir babanın sarsılmaz bedeni gibi güçlüydü. Yaşlılar yapraklarının hışırtısını yorumlayarak bilgiye ulaşıyor, palamutlarının içindeki pelitler kimdir diye ayırt etmeden mahlûkâtı besliyordu. Fırtına bütün ağaçların belini bükerken meşe, kırılan dallarının yarasını s
180 TL.
Olay dün sabah meydana gelmiş. Daha kimse uyanmadan bizimki mutfakta bir tıkırtı duymuş. Ben olsam kafamı yorgana sokar uyumaya devam ederim ama Defne benden daha cesurdur, kalkıp bakmış neler oluyor diye. Bir de ne görsün. Pırasa almış eline bavulunu kapıdan çıkmak üzereymiş. Hikâyenin bu kısmında beni bir gülme aldı. Düşünsenize upuzun bir pırasa almış eline bavulunu gidiyor. “Yahu Defne,” dedim, “Son zamanlarda çok fazla fantastik kitap okuyorsun. Galiba senin hayal gücün uçmuş. Pırasa hiç yürür mü? Hem
100 TL.
İnsan sözüne benzemez şiir. “Bir başka lügat tekellüm ettim,” demesi boşuna değildir Şeyh Galib’in. Bir başka dil konuşmaktır şiir, meleksi bir dil. Şair ve okuru arasında yazılmamış bir sözleşme vardır; şair okuruna şiirinden ne anladığını, okur da şairden şiiriyle ne söylemek istediğini sormayacaktır. Bu altın balık şairin avı gibi görünse de bir türlü sepetine atamaz. Bu yüzden okur bedelini ödeyip mülkiyetine geçiremez şiiri. Havadaki kuş satılamayacağı gibi denizdeki balık da satılamaz. Şairin kısmeti
450 TL.
Türk şiirinin şüphesiz çok önemli ve değerli iki ismi Sezai Karakoç ve İsmet Özel’dir. Bu iki ismi şiirleri yanında nesirleri de hem Türk şiirine hem Türk edebiyatına hem Türk düşünce dünyasına etki etmiştir. Bu etki, kiminde karşısında olmak kiminde onun gibi olmak şeklinde tezahür eder. Her iki durumda da bu iki ismin yazdıklarının, görüşlerinin, yaşamlarının dikkatle incelenmesi elzemdir. Kâmil Yeşil, hem edebiyatçı olarak bu iki büyük ismin eserlerine dikkatle yaklaşıyor hem de onlarla bizzat tanışmış,
170 TL.
Böylece harekete geçen iki kelime, çıktı odadan. Hiç kimseyi umursamadan yürümeye başladı ofiste. Masaları dolaştı, kâğıtların üzerinde gezindi, parmakların arasında dönen kalemleri bir iki defa da o çevirdi. Bütün katı, gürültüye boğan yazıcıyı susturdu. Hoparlörlerden yükselen cılız müzik seslerini. Paldır küldür yürüdü. Nereye girip çıktığını bilmeden yürüdü. Neleri kırıp döktüğünü ve bütün bunları nasıl bir şiddetle yaptığını bilmeden. Yaşananlar ve yaşanması arzulananların ya da gerçeğin sınırına yakl
80 TL.
Belki de yaşanmadı bunlar. Uydurmayı çok seven bir hikâyeci tarafından düzüldü. Geyik de mi hayalin parçasıydı? Hayır; boynuzları olan, kısa kuyruğu ve çekik gözleriyle gerçek bir geyikti o. Diğer canlılar gibi doğdu, beslendi ve öldü. Ormandan başka dünya görmeden öldü. Bazen düşünüyorum, acaba hayvanlar bunların farkında olsa ne değişirdi. Ne yaparlardı? Farz edelim ki geyik, bir gün ot yiyemeyeceğini; gözünü açıp tanıdığı, evi olan ormandan ayrılacağını fark etseydi nasıl yaşardı? Zevk alır mıydı ot yeme
100 TL.
Uma Gelin, toprak damı cadının başına yıkacak kadar güçlenmiş, gücünü göstermeyecek kadar da akıllanmıştı. Hem artık çevire çevire yufka yapmayı, kirmen eğirip şelek çekmeyi, düven sürüp dibek taşında çorbalık yapmayı öğrendiği yetmez gibi bunları eski köyünden tanıdığı becerilerle harmanlamayı da başarmıştı. Uzak pınarlardan su taşıma, yağmurda dam loğlama işlerini de bir masalın içinde gibi yapıyordu. En az kırk yıl geriden gelen bu farklı hayatı tanımadaki becerisi, toprak damdakilerin çoğunu dilsiz ya
90 TL.
Ben Tanrı’yı bir Zambağın tozunda gördüm.
60 TL.
En üst çekmecede bulduğumuz ıvır zıvırı ne yapacağımızı bilemedik. Atsak bir türlü atmasak bir türlü. Poşetlere koyup tavan arasına kaldırdık. Eğer döndüğünde yokluklarını fark ederse o görmeden gidip getirecek, işte buldum, diyecektim. Bir alt çekmeceden küflenmiş ekmek parçaları, küçük şekerler ve onların şeffaf ambalajları çıktı. Son günlerde kendini otelde zannettiği oluyordu. Aç kalacağından endişe edip biriktirmiş olmalı bunları. Üçüncü çekmecede, annemin ona hediye ettiği kazak, itinayla katlanmış ve
90 TL.
Bir gün gökyüzüne hiç bakmadan ölecekti Orhan. Kalabalık bir yerde, kimsesiz, bıkkın… Belki biraz mutlu olurdu ölünce. Bitmesine sevinirdi belki, bilemeyiz. Gerçi Orhan, aklına gelen bir düşünceyle diğeri çelişmeseydi eğer, gökyüzüne bakmadan ölmeyi kesin bilirdi. Ama bunca zamandır sıkıca tutunduğu inancına ters düşen o düşünce sarardı bütün benliğini. Derdi ki Orhan’a, öleceğin sırada annenin sesi gökten bir sır gibi gelirse kulağına ve “Ölüyorsun Orhan. Bana bak, korkma. Korkma yavrum. Ölünce bütün korku
90 TL.
Sıralama : Göster :
Toplam 550 kayıt bulunmuştur Gösterilen 40-60 / Aktif Sayfa : 3