Zaman kararmış, umutlar gölgelenmişti… Ama her çağda olduğu gibi bu çağda da hakkın sesi susmadı. Zeynep ve Alp; kalplerinde iman, ellerinde cesaretle yola çıktılar. Onlar için bu yol bir arayış değil, bir uyanıştı. Kutsal beldelerin izinde, mazlumların duasında, karanlıkla savaşan bir aydınlık oldular. “Yitik Kudret” sadece bir hikâye değil; inancın, direnişin ve hakikatin yeniden yazılış destanıdır. Bu kitapta; Zeynep’in gözyaşları Kudüs’e, Alp’in yüreği Medine’ye uzanıyor. Ve her adımda tek bir ses yankı

Ebedî Tekrar Dönüş’ün haşyet uyandırıcı büyük gölgesi altında samsaranın çarkından çıkmaya çabalamak yerine yaşamı bütün yönleriyle kucaklayıp tasdikleyen Dionysosçu peygamber Zerdüşt, bu dünyaya sadakatin kararlı ve şen sesiyle, Gottfried Benn’in “Goethe sonrası dönemin geniş kapsamlı devi” olarak nitelediği Friedrich Nietzsche’nin ağzından vaaz eder. Filozof-şairin kendi ifadesiyle Alman lisanının “güç, yumuşaklık ve ahenk”ini birbirine yaklaştıran bu musikili alkyonik nesrinin ilk bölümü, müellifine Tig

Miskin kedi uykuyu severdi herkes gibi. Sorumluluğunu bilmedi, herkes birbirine girdi. Anladı sorumluluğunu, biraz tembeldi sanki. Gönülden istedi, oldu faydalı bir kedi. Kulübesi taşındı köyün girişine, Dostları güvendi artık onun işine, Tembelliği olsa da sorumluluğu vardı, Hem uyudu hem görevini yaptı. Her görev kıymetlidir, küçük de olsa, Sen sana düşeni yap, sorumluluğun varsa, Herkes işini zamanında yaparsa, İşte şimdi her şey yolunda!

Cesur Arılar Ülkesi… Ülke, sevgi ve huzurla doluydu. Ta ki karasinekler gelene kadar... Arılar yuvalarını kaybetmek istemedi. Çünkü burası onlara aitti. Ancak tek başlarına savaşmak yetmezdi. Birlik oldular, kalplerini bir araya getirdiler. Bu hikâyede minik arıların cesaretini, dostluğunu ve birlik olmanın gücünü bulacaksınız. Çocuklara, “Sahip çıktığımız şeyler, bizi biz yapar.” diye fısıldayan sıcacık ve duygu dolu bir yolculuk...

Mino, diğerlerinden farklıydı. Ne rengi aynıydı ne de hemen seçilip götürülenlerden biriydi. Günlerce rafta bekledi. Kimse onun içindeki güzelliği fark etmedi. Ta ki bir gün, küçük bir kalp onu görüp “Ben onu istiyorum.” diyene kadar. Bu dokunaklı hikâye; farklılıkların kıymetini, içsel güzelliği ve sevginin iyileştirici gücünü anlatıyor. Her çocuğun kalbine dokunacak, sıcacık bir hikâye...

BİR SORUN VAR Nasıl Yani? / Gel Bir de Buradan Bak Çevirmeli çocuk kitabı (8+) Aynı olay, iki farklı bakış açısı. Bir sınıfta, iki arkadaşın arasındaki sıra paylaşımı, bir çift eldiven, bir doğum günü partisi… Kimi için önemsiz görünen olaylar, bir başkasını derinden etkileyebiliyor. BİR SORUN VAR, çevirmeli kurgusuyla okura aynı hikâyeyi iki farklı açıdan sunuyor: Ön yüzde “Nasıl Yani?”, arka yüzde “Gel Bir de Buradan Bak”. Çift yönlü anlatım, aynı olayları iki tarafından da sunarak okuru çok yönlü düşün

“Öğretmenim Benimle Oynar Mısın?” Bu soru sadece bir çocuğun eğlenme isteği değil, görülme, duyulma, sevilme arzusu. Özünde bir çağrı, “Beni fark et, benimle bağ kur.” Bu kitap oyunun sadece bir teneffüs aktivitesi olmadığını, bir öğretmenin elinde nasıl bir iyileşme ve gelişim aracına dönüştüğünü anlatıyor. Gerçek yaşamdan alınmış anılar, öğrencilerin kalbinden dökülen içten cümleler, velilerin gözünden yansıyan farkındalıklar ve öğretmenlerin sınıf dışı kahramanlıklarıyla bu kitap, her sayfasında sizi ço

“O günden sonra uydurma ihtiyaçlarla hemen hemen her gün oraya gittim. Kontrol bende değildi artık. Dünyam alt üst olmuştu. Bazı arabesk şarkıların uzun girişleri gibi Müfeyyaz’ın kara gözlerini gördüğüm o ilk an sürekli kafamda dönüp duruyordu. Beni esir alan bu gözleri hemen bir daha görmek istiyor, soluğu onun yanında alıyordum.”

Millî kültürümüzün şaheseri olan Dede Korkut Kitabı, 1815 yılında Dresden nüshası hakkında ilk yayımı yapan Heinrich Friedrich von Diez’i takiben iki asrı aşan araştırma ve neşir tarihi içerisinde yerli ve yabancı pek çok bilim adamının öznesi olmuş, bu yolla geniş bir külliyat oluşmuştur. Dede Korkut çalışmalarına en geniş yeri ayırmakla haklı bir gurur duyan Ötüken Neşriyat, kitaplığını özel bir toplamayla taçlandırarak bu asırlık faaliyetin Türk yayıncılığı içinde öncüsü olmayı millî bir görev bilinciyle

Ben, gecelerin Değil de gecelerin kara göğünde açan Kırmızı çiçeklerin Şairiyim. Bedri Rahmi Eyüboğlu, 1911-1975 arasındaki uzun sayılmayacak (64 yıllık) yaşamında, Anadolu kültüründen hareketle ürettiği resim, şiir ve yazılarıyla, yirminci yüzyıla damgasını vurmuş gerçek bir kültür ve sanat adamıdır. Kırık Satırlar, henüz 17-20 yaşlarındaki Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun -bugüne kadar bilinmeyen- erken dönemine tanıklık ediyor; Nâzım Hikmet hayranlığından ve annesinden dinlediği asrısaadet hikâyelerinden dikka

Hiçbir şey olmayacakmış gibi duran yağmurlu bir İstanbul gecesi, bir kadının kazmasıyla parçalanır. Betona saplanan her vuruş, geçmişle geleceğin, inançla deliliğin arasındaki çizgiyi biraz daha siler. Gücü az, ama inancı büyük olanlar için kapılar açılır. Delilikle peygamberlik, masumiyetle tehdit, inançla takıntı iç içe geçerken Sayat ve Ileana, aynı karanlığın farklı ışıklarını ararlar. Kötü Ölü, yalnızca bir gerilim romanı değil; düşle gerçek, kehanetle delilik arasında gidip gelen çok katmanlı bir an

Meâd, ehemmiyet bakımından tevhidden sonra en önemli dinî ve İslâmî meseledir. Peygamberler (Kur’ân’dan anlaşıldığı üzere, bilhassa bizim peygamberimiz) insanları iki hakikate iman ettirmek ve inandırmak için gönderilmişlerdir: Bunlardan birincisi Allah (mebde, başlangıç), diğeri ise kıyamettir (veya şimdilerde kullanılan tabirle/terimle, “meâd”). Meâda iman bir Müslüman için zorunludur. Yani o, haddizatında bağımsız bir iman ve itikat konusu olup, İslâm’ın zaruriyâtıyla aynı düzlemde ele alınabilecek mesel

Akıllarından geçen bin bir düşünce ile kafataslarının içi nar taneleri gibi olmuştu. Yarsan kafataslarını içinden bin tane dağılıverecekti. Kafataslarının dışındaki organlarının da pek ümit verici bir görüntüleri yoktu. Bütün organlarıyla bin parça gibi dağınık duran kadın ve adam paramparça olmuş bankın üzerinde bankın herhangi bir parçası gibi öylece hareketsiz duruyorlardı. İkisi de görebilmelerine rağmen yan yana duran birbirlerinden ziyade, karşılarındaki manzaraya boş gözlerle bakıyorlardı. Manzaranın

Arap dünyasının eskiden kullandığı, günümüzde nispeten devam eden, Batı dünyasının da 20 asırda yakalayabildiği lügat/sözlük tekniği esas alınarak hazırlanmıştır. Bilinmesine ihtiyaç duyulan her kelime, cümle içerisinde kullanılmış, kelimenin farklı kullanımları da örneklerle sunulmuştur.Verilen örnek cümleler, güncel hayattan, medyadan, basın ve yayından, TV’lerden, birebir Arap konuşmacıların ağzından ya da Arapça sözlüklerden alınmış, bazen cümlelerin tercümeleri, bazen de o cümlelerde neyin anlatılmak i

Hegel gibi bazı filozoflar ortaya tarihsel akıl diye bir kavram attılar. Onlara göre tarih, zamanın dönüp duran çarklarıdır. Her asır kendi aklını yaratır. Bana göre akıl tarihe teslim olmuş değildir; tam tersine tarih aklîdir. Akıl zamana hâkimdir. Zamanın çarklarına “dön” diyen, akıldır. Onlara göre madde sürekli değişir ve dönüşür; zaman akıp gider. Akıl zamanın bu döngülerinin bir sonucu olarak vücûda gelmiştir. Oysa âlemin akışı ebedî akla göredir. Bu âlemi çekip çeviren bir akıl vardır. Burada hiçbir

Toroslara sırtını verip, Akdeniz’e yüzünü dönen Akdeniz bölgesindeydi Anadolu Kâşifleri. Seyhan, Ceyhan, Aksu, Göksu gibi akarsular sıradağlardan sekerek Akdeniz’le buluşuyordu. Akdeniz’in verimli ovaları da bu akarsulardan besleniyordu. Beyaz altın pamuğun, narenciyenin, en taze sebzelerin/meyvelerin ve gül kokan sokakların şehirleri buradaydı. Isparta’da, Antalya, Mersin, Adana ve Kahramanmaraş gibi güzide şehirlerde tarihle ve doğayla iç içe bir yolculuk ne kadar da güzeldi! Kâşiflerle birlikte Akdeniz

Anadolu Kâşifleri; bu sefer sarp dağları ve zorlu kış koşullarıyla bilinen Doğu Anadolu bölgesindeydi. Malatya’dan başlayan yolculuk Elâzığ’a, oradan da Erzurum’a kadar uzanacaktı. Palandöken, Munzur Vadisi, serhat şehri Kars, mavi gözlü kedilerin diyarı Van, Nuh’un gemisi, İshak Paşa Sarayı ve daha nice görülesi yere… Sınırsız keşiflerin kapısı artık ardına kadar açılmıştı. Kâşiflerle birlikte Doğu Anadolu’da bir keşfe çıkmaya var mısınız?

Dağların Ege Denizi’nin bağrına battığını gören Anadolu Kâşifleri, yeni bir cennete geldiklerini anlamışlardı. Evliya Çelebi gibi diyar diyar gezmekten çok keyif alıyorlardı. Afyon’un lokumu, İzmir’in kordonu, Kütahya’nın lezzetleri, Frig ve Bizanslıların Osmanlılarla harmanlanan kalıntıları, Ege Bölgesi’nde her adımda görülebiliyordu. Beyaz cennet Pamukkale travertenleri bambaşkaydı. Saklıkent’in gizemi ve Muğla’nın antik kentleri tarihe ve doğaya ışık tutuyordu. Kâşiflerle birlikte Ege’de bir keşfe çıkm

Doğal güzellikleri, yemek kültürü, müzeleri ve ibadethaneleriyle öne çıkan şehirlerin toplandığı bölgedeydi Anadolu Kâşifleri. Binlerce yıldır tarihe adını altın harflerle yazdırmış, imparatorluklara ev sahipliği yapan Mezopotamya’nın beşiği Şanlıurfa, Fırat Nehri’nin kenarında yer alan antik kentler, tarihi yaklaşık 12 bin yıl öncesine dayanan Göbeklitepe, çiğköftenin başkenti Adıyaman, uzaydan görülen şehir Diyarbakır ve daha niceleri... Kâşiflerle birlikte Güneydoğu Anadolu’da bir keşfe çıkmaya var mıs

Ulusal bir projeyle kendilerinden söz ettiren Alapınar İlkokulu öğrencileri artık “Anadolu Kâşifleri” adıyla anılacaklardı. Çevre duyarlılığıyla hazırladıkları ÇEVTEM projeleri sayesinde büyük bir ödül kazanıp, Anadolu’yu karış karış keşfetmek için yola koyuldular. Keşfin ilk durağı İç Anadolu’ydu. Yolculuk Türkiye’nin kalbi Ankara’dan başlıyordu. Ankara, Konya, Kayseri, Sivas, Niğde… Kâşiflerle birlikte İç Anadolu’da bir keşfe çıkmaya var mısınız?