Peygamberlerin dünyaya geldikleri mekânlar ve coğrafyalar, kutsal ile bağı köklü olan yerlere dönüşür. İlk temeli Hz. Âdem tarafından atılan ve Hz. İbrahim ve Hz. İsmail tarafından inşa edilen Kâbe’nin bulunduğu şehir Mekke, inananlar için büyük değerler taşımaktadır.
Nuh’un Cudi Dağı’yla, İbrahim ve İsmail’in Mekke’yle, Yakup ve Yusuf’un Mısır’la, Musa’nın Tur Dağı ve kutsal vadi Tuva’yla, Davud ve Süleyman Peygamber’in Kudüs’le, Hz. Peygamber’in (s) Medine’yle ilişkisi kutsal ile mekân arasındaki bağ(lantın)ın somut hallerine işaret etmektedir.
İlahî hitap İbrahim’e Kâbe’nin yapımını emrettiğinde, bu kutsal yapının içinde şirke ve küfre asla yer olmadığını bildirmektedir. İçinde tavaf, namaz, rükû, secde ve duadan başka sonradan ihdas edilen hiçbir bidat ve uygulamaya izin yoktur.
Mekke ve Medine’ki Hz. Peygamber’in (s) gerçekleştirdiği değişim ve dönüşümün yansımaları örneklerle insanlığa model olmuştur. Bu süreçte Üç Mescidden birisi olan Mescid-i Nebevî çevresinde ortaya çıkan yeni bir medeniyetin izdüşümleri ve inşa aşamaları çağlara kandil olmuştur. Hoşgörü ve tolerans olguları çerçevesinde Hz. Peygamber’in Medine’de ortaya koyduğu Nebevî düzen ve sistemin temel ilkeleri ideal şehrin modelini ortaya koymuştur.
“Hacla Aşkın Seyahat”; ilahî ve nebevî emir olan haccın bir anlamda mekanları, sembolleri, işaretleri ve rükunlarının derin anlamları üzerinde yoğunlaşmak, inananlar için ulvî bir seyahatin işaretlerini vermektedir.
Bu anlamlardırma, hac tecrübesinin manevî atmosferi kapsamında içsel ve dışsal bir deneyimleme olarak tasvir edilmektedir. İhram, telbiye, tekbir, Arafat, Müzdelife, Mina ve Şeytan taşlama gibi rükunların sembolleri ve simgeleri üzerinde düşünmek, aşkın yolculuğa çıkan seyyahın pusulası olmaktadır.
Eserde, ilahî ve ruhanî aşk yolculuğu olan haccın verdiği maddî ve manevî zevklerinin derin anlamlar dünyasına girilmeye çalışılmaktadır.