İslâm düşünce geleneğinde dil, yalnızca bir ifade vasıtası değil; inanç, düşünce ve kültürel yapının teşekkülünde belirleyici bir ilke olarak kabul edilmiştir. Bu bağlamda Arap dili, ilâhî hitabı taşıyan ve teolojik düşüncenin anlam dünyasını kuran temel unsur haline gelmiştir. Kur’ân’ın i‘câzını rasyonel bir çerçevede temellendirme çabaları, Arapça’nın sistematik bir ilim haline gelmesini sağlamış; böylece dil, vahyin anlam boyutunu çözümlemeye yönelik güçlü bir teorik zemin üzerinde şekillenmiştir.
Bu teorik zemin, Arap dil ilimleri arasında en belirgin şekilde belâgat disiplininde kendini göstermiştir. Belâgatın semantik yapısı, sözün biçimsel ve estetik değerine yönelik araştırmalardan öteye geçerek anlamın mantıksal temellerine yönelmiş; bu yönüyle İslâm düşüncesinin iç dinamiklerinden doğrudan beslenmesine olanak tanımıştır. Böylece belâgat, kelam ilmiyle yoğun bir etkileşim içine girmiş, dilin teolojik ve epistemolojik boyutunu anlamlandırmada vazgeçilmez bir konuma ulaşmıştır.
Belâgat ile kelam arasındaki bu teorik bağ, en açık biçimiyle Mu‘tezile ekolünde somutlaşmıştır. Mu‘tezilî mütekellimler, dilin anlam kurucu işlevini analiz etmiş, kasıt ve fâide teorilerini merkeze alarak kelamın teşekkül sürecini açıklamışlardır.
Elinizdeki bu eser, Mu‘tezile’nin dil anlayışını belâgat disiplinine teorik katkısı bağlamında sistematik biçimde inceleyen bir çalışmadır. Bu çerçevede metin, kelâm ile belâgat disiplinleri arasındaki ilişkileri ortaya koyarak İslâmî ilimlerin iç tutarlılığına ve disiplinler arası bütünlüğüne dair yeni bir okuma zemini sunmaktadır.