Robert Byron, gelişmiş bir edebî ve estetik zevkin yanısıra, ayrıntılara hâkim bir mimarî dikkatin de sahibi. O, çocukluğumuzun sisler içinde tahayyül etmeye çalıştığımız sihirli ülkesi tarihî Horasan bölgesinin İslâm mimarisinin en önde gelen örneklerinin sergilendiği bir coğrafya olduğunun farkındadır. Kalbinde belli bir muhabbetle rotasını oraya çevirir. Bir yıla yakın sürecek olan seyahatinin yarısından fazlası İran topraklarında geçer; İsfahan, Şiraz, Meşhed ve Nişabur gibi isimlerine âşinâ olduğumuz İslâm medeniyetinin alâmeti farikası şehirlerinde kadîm ruhun izlerini sürer. Bir yandan da Tahran, İsfahan ve Tebriz gibi o yılların (1933-34) tüm İslâm dünyasında olduğu gibi İran’da da yozlaştırıcı ve çoraklaştırıcı taklitçi batılılaşma ve pusulasız modernleşme girişimlerinin çerçevesini oluşturduğu siyasî ve kültürel atmosferini teneffüs eder. Ve sonrasında, bir şekilde coğrafyasına ve kültürel kodlarına daha fazla sempati duyduğu ve kendisi için nihaî menzil olarak tasavvur ettiği ve daha çok da Ceyhun (Amuderya) Nehri havzası, Herat ve Mezar-ı Şerif’le özdeşleştirdiği Afganistan Türkistanı’na ulaşır. Çok arzulamış olsa da o yılların politik konjonktürü, kendisinin Ceyhun’un kuzeyine geçmek şöyle dursun, ona yaklaşmasına bile izin vermez ve dolayısıyla Tirmiz, Merv ve Buhara gibi bizim için Kaf Dağı’nın ötesindeki gönül merkezlerimize ulaşamaz. Ama zaten seyahat güzergâhı için nihaî menziller olarak seçtiği iki büyük menzil, İslâm medeniyeti ruhunun bölgede belki de son kez kanatlanıp dalgalanmış olduğu Herat ve Mezar-ı Şerif’tir.
Bu seyahatname ile Türklerin İslâm sonrası Anayurdu olarak görülebilecek, sınırları batıda Hazar Denizi’nden doğuda Tienşan’a ve Moğolistan sınırına uzanan büyük Türkistan coğrafyasının bir parçası olan Horasan’ın İran ve Afganistan sınırları içinde kalmış olan kısımlarını, 1933-34 yıllarında, entelektüel derinliği ve duyarlığı ile göz doldurmuş bir İngiliz yazarın gözlem ve izlenimleriyle yad etmiş oluyoruz.
Eser Avrupa’da, hem seyahat edebiyatı hem de mimarî eleştiri açısından seyahatname yazımını edebî bir sanat formuna yükselten yeni bir bir tarzın öncüsü olarak nitelenmiştir. Eserin üslûbu, bir eleştirmeninin kelimeleriyle, “ironi, mimarî hassasiyet, kültürel gözlem ve mantığı aşan şiirsel parıltılardan dokunmuş ‘zengin bir duvar halısı’ gibi”dir. Seyahat kitapları eleştirmenleri arasında bu kitabı, 20. yüzyılın en iyi seyahat kitabı olarak nitelendirenler de bulunur. Bakışında estetik kaygı kadar bir kâşif merakı da dikkat çeker.