İğdenin altında kurulmuş. Birilerini bekliyor. Hazırlıklı. Çay demlenmiş, yanına ufak tefek bir şeyler konulmuş.
Semaverden çıkan sesleri dinliyor; inceden inceye, derinlerden gelen sıcacık buğulu bir seda, -kamışların arasında efil
efil dolaşan rüzgârın ıslığı gibi- nağmelerinde davet var, çıtırdayan ateşinde tedirginlik. Kaynaması durdukça
semavere üç beş çalı çırpı ilave ediyor. Kulağı seste. Bir damla suya hasret toprak gibi bekliyor. İstiyor ki oraya girip
çıkanlar yanına uğrasın, birkaç kelime dahi olsa kendisiyle hasbihâl etsin. Aradığı; yeni bir yol, kapılar açıp kapayacak
bir anahtar, kör düğümler çözecek büyülü bir dokunuş. Su fokurduyor. Karanfilli çayın kokusu kahvehaneye ulaşıyor.
Gözü yolda.
Işığın kesildiği yerde oluşur gölge. İlk önce karanlık gelse de akla, güneşe vurgu yapar. Budamak gölge için
olacak şey değil. Yavuz Işık bize hikâye anlattığında bir ağacın altında etrafı gözlemleyen şairi dinlemiş oluyoruz. Sade
ve canlı bir anlatımla, kısa kesik cümlelerle yazar gölgesini buduyor ağacın, inceden inceye. Sessiz. Farklı hikâyelerde
semboller ustalıkla birbirine bağlanırken, bitmeyen bir yolculuk dikkat çekiyor. Rüzgârın ıslığı, toprak kokusu,
semaverden çıkan buğu sarıyor okuru.