Ekim 1917’deki Komünist-Marksist devrimden sonra cami ve mescitler hemen kapatılmadı ve ilk on sene ibadethanelere dokunulmadı. İbadethanelerin kapatılması ve ibadetin yasaklanması Lenin’den sonra Stalin döneminde başlamış ve onun 1953 yılında ölümüne kadar sürmüştür. Mihail Gorbaçov döneminde ise ibadet hayatı suç olmaktan çıkarıldı ve genel olarak mabetler, bu arada cami ve mescitler ibadete açıldı…
Komünist ve Marksist rejimin hüsrana uğraması ve fiyaskoyla sonuçlanması Acaralı Müslümanlarca coşkuyla karşılanmış, bir bayram havası estirmişti. Herkes var olan ve depo olarak kullanılan camilere ve mescitlere koşmuş, ibadet yerlerini yeniden ihya faaliyetine girişmişti. Diğer taraftan ortada bir tereddüt ve şaşkınlık da vardı. Müslümanlar, acaba rüya mı görüyoruz, gerçekten ibadet yasağı ve cami açma serbest mi bırakıldı, acaba bizi deniyorlar mı, oyuna mı getirilmek isteniyoruz, diye düşünmeye başlamışlardı. Bu kuşku devlet görevlilerinde de vardı. Özellikle köy muhtarları ve ilçe kaymakamları işi sıkı tutma ve camilerin açılmasını engelleme yolunu tutmuşlar, bu da birçok olayın yaşanmasına ve kavganın çıkmasına sebep olmuştu. Son derece anlamsız ve bir o kadar da heyecan verici bir manzara! Bu manzarayı şairlerin şiirlerine, romancıların romanlarına ve ressamların tablolarına yansıtıp gelecek nesillere bırakmaları ne kadar arzu edilir!
1992 yılında ilk defa Acara’ya gittiğimde resmi makam sahipleri ve fanatik komünistlerle Müslüman ahali arasındaki gerilimler, sürtüşmeler, dövüşler ve kavgalarla ilgili o kadar şey dinledim ki bunları anlatmaya onlarca cilt kitap bile yetmez. Bir yanda din ve ibadet hayatının özgürleşmesi ve bundan doğan heyecan ve bayram havası, öbür yandan bazı resmi makam sahiplerinin her şeye rağmen yol açtıkları sıkıntılar ve gerilimler!
Acara, bir yandan kullanılabilir durumdaki eski camileri tamir edip ve temizleyip ibadete açarken diğer yandan harap olmuş camileri ayağa kaldırıyor, yıkılan minareleri yeniden inşa ediyor, camisi bulunmayan köylere yeni ve minareli camiler yapma faaliyetine giriyorlardı.
Bütün bunlar aşkla ve şevkle yapılıyordu. Öldü ve toprağa gömüldü sanılan İslam dini canlanmağa başlamıştı…
Prof. Dr. Süleyman Uludağ bu heyecan verici serüveni bütün unsurlarıyla 35 yıl boyunca yaşadı. Bazen bölge halkıyla birlikte üzüldü, zaman zaman onların sevinç ve coşkularını paylaştı. Kendilerine elinden geldiği ölçüde maddi ve manevi destekte bulundu. Zor zamanlarında yanlarında oldu. Bu macerada yer almak isteyenlere rehberlik ett.
Bu kitap işte bunun hikayesini anlatıyor.